Televizyonculuk, radyoculuk ve gazetecilik aslında üç ayrı meslektir. Hepsi medya çatısı altında birleşse de, görsel, işitsel, yazılı medya olarak birbirinden çok farklıdır. Teknik olarak da, işleyiş biçimi olarak da net benzerlikleri yoktur aslında. Günümüzün televizyonculuğunu sıkıcı hale getirenler de gazetecilerdir. Hepsi televizyonculuğa soyundu ve kurdukları tüm kanallar kaostan beslendiği için dibe vuruyor. Gazeteci dostlarım kızmasın ama konuşmak yerine yazmaya devam ederlerse daha iyi olur diye düşünüyorum.
Televizyonculuğu çekilmez hale getiren baş mesele, mevcut televizyoncular haricindeki yeni sunucu ve programcılar araştıran kanalların, gazetecilere yönelerek yanlışa devam etmesidir. Çünkü, ''Gazeteciden haberci muhabir olur ama televizyoncu olmaz. Olmuyooor!'' Peki kimden televizyoncu olur? Radyocudan da olur. Öz güveni yüksek, okullu okulsuz, yetenekli girişken ve öğrenmeye açık dinamik kişilerden de olur ama gazeteciden televizyoncu olmuyor. Sen kamera açısı nedir onu bile bilmezsin ki nasıl olsun?
Neden Gazeteciden Televizyoncu Olmaz?
Buradaki sözlerimin hiç biri habercilere değil. Ekranda haberciliğe yönelik iş yapan gazeteciler başarılı olmaya devam ediyor. Fakat, televizyon programcılığı için aynı şeyi söyleyemem. Televizyonculuk ile televizyon haberciliğini birbirinden ayırarak değerlendirme yapıyorum. ''Habercilik'' ayrı bir kategori. Habercilik yapan gazetecilere de hiçbir itirazım yok. Haber Program yapanlara da itirazım yok. Fakat, gazetecilikten gelip, haberci yaklaşımıyla programcılık yapmaya çalışanlara, talk show yapmaya çalışanlara, kendine magazin habercisi diyen ama aslında paparazzi olanlara ve hatta spor yorumcularına itirazım var.
Çünkü gazeteciler fikirlerini kaleme dökmeye alıştığı için ''yazıyormuş gibi konuşuyorlar.'' Belli kalıpların dışına hiç çıkamıyorlar. Ekran önü, akışkanlık görsellik ve dinamizm ister. Gazeteciler bunu yakalayamıyor ve çok fazla siyasi işlere de giriyorlar. Bir de sürekli, sansasyon, ilgi çekme, açık arama, bir şeyleri belgeleme, istatistik, atışma tutuşma girdabında boğuyorlar televizyonları. Bu yüzden, ''Gazeteciden haberci olur, muhabir olur ama televizyoncu olmaz''. Televizyonculuk başka bir şeydir.
Gazeteciler Nasıl Televizyoncu Oldu?
Özel televizyonculuğun ilk başladığı 1992 yılından itibaren yeni kurulan kanallar iş gücü açığını gazetecilerle kapattı. O dönemdeki yerel gazetecilerin hemen hepsi televizyonculuğa geçiş yaptı. Geçiş yaptılar yapmasına da, TV yayıncılık teknolojileriyle ilgili en ufak bir bilgileri yok ve hiç geliştirmiyorlar kendilerini. Gazeteciden dönüşmüş spor yorumcuları da ekranda ayrı bir kaos halinde. Hayatında top oynamamış adamlar pozisyon değerlendiriyor ekranda. Onu da yanlış değerlendiriyorlar zaten. Koşarken kramponun ucu hafifçe ayağını sıyırsa nasıl canın yanıp yere atarsın kendini, tekme savrulunca kırılmasın diye ayağını nasıl yerden kesmek zorunda kalırsın bilir misin gazeteci arkadaşım? Bilemezsin çünkü halı sahada bile top oynamadın. ''Kendini yere atmış'' deyip geçersin öyle.
Şimdi, ekrana çıkan gazeteciler ''televizyoncuyum'' demeye de başladı. Konuk ya da yorumcu olarak programa katılanlar da kendine televizyoncu diyor. Eğer gazeteciysen ve yazmaya devam ediyorsan ''Gazetecisindir''. Gazeteye her yazı yazanın gazeteci olmadığı gibi, her ekrana çıkan da televizyoncu olmaz. Biri bana; ''Yazılarınızı okuyorum, gazeteci misiniz?'' dediği zaman ''Hayır, televizyoncuyum'' diye düzeltiyorum. Yıllardır yazılar yazıyorum ama ben bir gazeteci değilim ve olmayı da hiç tercih etmedim. Gazeteciler de kendi kategorilerinden ayrılmasa ve bunu yapsa keşke.
''Televizyon yorumcusu, Spor yorumcusu'' diye bir şeyler de uydurdular. Kardeşim rüya tabiri mi yapıyorsunuz programda. Neyi yorumluyorsun? Biz gördüklerimizi anlamıyor muyuz? Sen yorumcu değil, ''KONUKSUN''. Programın daimi konuğu! Mesela Erman Toroğlu gibi hakem gözüyle pozisyon değerlendiriyorsan işte o zaman yorumcusundur. Eğer eski futbolcuysan, yorumcu değil konuk olursun.
Peki, ''Magazin habercisi'' diye boy gösterenler kendilerinin paparazzi olduğunun farkında mı? Değil tabii ki. Çünkü ''paparazzi nedir?'' bilmiyorlar. (Ayrı bir konuda işlemiştim onu da bulup okuyabilirsiniz). Türkiye'de magazin programı yok. Hepsi paparazzi.
Radyocular Televizyona Daha Yatkın
Radyo ile televizyon her zaman yan yana anılır. Görsel ve işitsel olarak birbirini tamamlıyorlar. Şimdi önüne gelen ''radyocuyum'' demeye de başladı ama televizyonculuk konusuna radyocular daha yatkın. Bir mikrofon bir mikser önünde (cihazları kendi kontrol ederek) saatlerce konuşabilen biri, görsel olarak yeterliyse televizyoncu olması için temeli var demektir. Başarılı oluyorlar ama geçmişte ekranda başarısız olan radyocu arkadaşlarımız da oldu. Onlar da yanlış formatların kurbanı oldular. ''Radyocuysa lay lay lom program yaptıralım'' düşüncesi o arkadaşları da ekrandan sildi. Doğru işler yapılsaydı ve daha çok sabır gösterilseydi başarılı olurlardı. En azından sözde magazin programlarında boy gösteren modellerden, daha çok lafı bir araya getirecekleri kesin.
Biraz farklı olsa da radyo televizyon demişken kendimden örnek vereyim. Mesleğime 1992'de radyo tv ile aynı anda başladım. Çalıştığım kurumun hem radyosu hem televizyonu vardı. Sunuculuk, radyo dj (spiker) ve yönetmenlikle her iki mecrada da yayınlarımı yaparak bu sektöre girdim. Bu benim için büyük avantaj oldu. Çok çeşitli programlar yaptım. Hatta, ''Balyoz'' adı altında agresif haber programı bile yaptım. Haberleri kendim hazırladım, kendim çektim, sunuculuğunu da yine kendim yaptım. Olay yerindeki vatandaş, ''Balyoz Haber geldi, şimdi hesabını size sorar'' diye bizi alkışlar ve çok güvenirdi. 2 yıl her gün 18-20 arası yayınlanan 2 saatlik programımızın koskoca ekibi 2 kişi olduğu o günlerde bile kendime haberci demedim. (Habercilerle ilgili başka bir başlıkta yazı yazacağım). O gün de televizyoncuydum, bugün de öyleyim. Yani haber program yaptık diye hemen haberci olunmaz.
Son 15 yıldır televizyon dışına çıkmadım ve radyo ile ilgili hiçbir şey yapmıyorum. Yani radyoculuk kısmını da çoktan bıraktım. Bizim zamanımızda herkes her işi öğrenir ve ihtiyaç anında açıları kapatabilecek kapasitede olurdu, ''Herkes kendi işini kendi yapardı'' ama asıl işimiz belliydi. Gazeteci büyüklerimiz de muhabirlik yapardı. Haber merkezinde haber hazırlamakla ilgili işlerde çalışırlardı. Yani onlar da kendi işini yapardı.
Benim, o günden bugüne kadar teknik olarak bilmediğim ve neredeyse öğrenmediğim hiç bir şey yok ama kendime ''teknik yönetmen'' demiyorum, ''yönetmen'' diyorum. Ekrana çıkmayı bıraktığım için ''aynı zamanda eski sunucuyum'' dediğim oluyor. Şimdi kendimi anlattım diye farklı bir anlam da katmayın. Kısacası, gazeteciysen ''gazeteciyim'', televizyoncuysan ''televizyoncuyum'' demek gerektiğini ve ''hiç kimseyi bulamıyorsanız, gazeteciler yerine okul mezunlarına şans vermeye başlayın da çocuklar yetişsin'' demek istiyorum.
Gazetecilerin Kurduğu Televizyonlar Dibe Vuruyor
Yukarıda bazı konuları es geçsem de anlatmaya çalıştıklarımın bir de ekrana yansıması var. Televizyon kanalı yönetimi ve yayın yönetmenliği konusunda tercihini gazetecilerden yana kullanan kanalları bir araştırın. Hiç biri ayakta kalamıyor. Mevcut yayında olanlara bakınca elle tutulur iş yapan da yok. Yayıncılık adına yaptıkları hiç bir iş yok, ama ekranda; ''Bir ürün satın alın, bağış yapın, kanalınıza sahip çıkın'' vs. tanıtımlarla vatandaşı sömürüyorlar. Bunu, hangi görüş ve hangi kesimden olursa olsun bu tür kanal yönetimlerinin hepsi yapıyor.
Şehrini sömüren, belediyesinden, valilikten, kaymakamlıktan, vakıftan, partisinden her yerden destek istiyor, personele 3 kuruş maaş vermiyor ama yönetici kendi parasını alabiliyor. Çalışanlar kan ağlıyor, kanal dibe vuruyor ama ''Duayen gazeteci X yönetimindeki kanal'' diye kendilerini afişe edip duruyorlar. Hepsinin ortak özelliği ise; ''Laf çok, icraat yok.''
MAKALE: FORTUNA ZAFER
fortunaTV'deki TÜM YAZILARI İÇİN BURAYA TIKLA.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Düzgün dille ve itham hakaret içermeyen yorumlarınız, editör onayından sonra yayınlanmaktadır. www.fortunaTV.com